Sosyal medyadaki bir paylaşımı nedeniyle yargılanmasının ardından uzun süre polemiklerden uzak kalmaya itina gösterdi. Ancak Cumhuriyet gazetesinde köşe yazmaya başlamasının ardından bu kez de yazılarıyla kimi çevrelerin şimşeklerini üzerine çekmeyi başarıyor. Oysaki son dönemde müzikten ve yeni kurdukları Nâzım Hikmet Korosu’ndan başka gündemi yok. Son haftalarda arkası kesilmeyen terör olaylarına ve şehitlere rağmen konserlerini iptal edenler kervanına katılmadığı için kendisini hedef tahtasına koyanlara yanıt verdi. ‘Müzik susmayacak’ diye ısrarlı; müzikle anarsınız kayıplarınızı, müzikle tedavi edersiniz toplumun yaralarını ve müzik dilidir ‘barış’ diye haykırmanın en evrensel yolu…
NÂZIM ORATORYOSU AĞIT
Son haftalardaki terör olaylarına rağmen yeni başladığınız Türkiye turnesi kapsamındaki konserlerinizi iptal etmediğiniz için eleştirenler var.
‘Konserlerini ertele’ diyenleri yadırgıyorum. Tüm müzisyenlere bu deniliyor bugünlerde. Onlar da erteliyorlar, iptal ediyorlar konserlerini. Yani bunu diyenlere bir çift sözüm olacak; onlar da her ne yapıyorsa onu ertelesin o zaman arkadaş. İşe gitmesin. Tatile gitmesin. Hem işe hem tatile gitmesin! Herkes her şeyi iptal etsin o zaman. Bu ne saçma anlayıştır, durduk yerde sanatçılara ‘Sanatını yapma şehitler var’ deniliyor. Bu ne bilinçsizliktir! Elbette ki bu ülkenin çok zor günleridir. Hatta daha da zor günler gelebilir. Bu zorluklara sebebiyet veren kimdir, kimlerdir, hepimiz biliyoruz. Müzik ile haykırmaya devam derim ben. İptal etmiyorum konserlerimi.
Belki genel olarak konser kavramı ülkemizde eğlenceyle bir tutulduğu için bu yönde beklentiler olmuş olabilir mi?
Ben ticari eğlence müzikleri yapan birisi değilim. Müzik aynı zamanda anmaktır da, düşünmektir. Kimi gün gelir şehitler için ‘kara toprak’ da çalınır. ‘Memleketim’ şarkımı da adayabilirim gencecik insanların ölümüne. Bazı gün olur insanların savaşmaması için ‘İnsan İnsan’ şarkımı da mesaj olarak yollayabiliriz bir konserde.
Aradığımız şey barış ise zaten bunu haykırmanın en güzel ve en evrensel yolu müzik dilidir. ‘Nâzım Oratoryosu’ aslında bir nevi ağıttır. ‘Şehitler’ bölümünü hatırlayın. ‘Üç Selvi’ bölümünü hatırlayın. Genco Erkal’ın melodrama çevirdiği ‘Çocuklar ölebilir yarın’ haykırışını hatırlayın.
‘MIŞ’LAR AYRI, GERÇEK AYRI
Nâzım Oratoryosu demişken, eserin Antalya Devlet Senfoni Orkestrası’nın programından neden çıkarıldığı netlik kazandı mı?
Hayır kazanmadı. Benim devlet kurumları ile tüm ilişkim kesildi. Eserlerim programlardan çıkarıldı. ‘Niye’ diye sordum, ardından kınama yazıları yollandı. Diyecek bir şeyim yok. Sansüre ne denir ki? ‘İyi ki sansür yapıyorsunuz, sağ olun, var olun’ mu diyeceğiz? Bakın, muhteşem bir koro kurduk akabinde gençlerden oluşan; Nâzım Hikmet Korosu. Tüm dünyada konser turnelerine çıkacağız koromuzla. Çok mutluyum. İyi bir şeye vesile oldu bütün bu olumsuzluklar.
Bakanlar Kurulu, Nâzım Hikmet’e Türk vatandaşlığı hakkı tanıdı ve bu karar 10 Ocak 2009 tarihli Resmi Gazete’de yayımlandı. Sonuçta bu karara imza atan AK Parti hükümeti. O halde mesele Nâzım Hikmet değil de Fazıl Say fobisi mi?
Bu kâğıt üzerindeki imzalar ayrı, ‘mış gibiler’ ayrı, gerçekler ayrı… Gerçekler ortada arkadaş.
PİŞMAN DEĞİLİM
Nâzım Oratoryosu’nun programdan çıkarılmasının ardından programa eklenen Carmina Burana’yla ilgili bir yazı yazdınız. Carmina’nın şarap, seks ve şehvet üzerine bir eser olduğunu hatırlatarak Kültür Bakanlığı’nın size sansür uygulamaya çalışırken attığı adımın farkında olup olmadığını sorguladınız. Polemik büyüdü ve Devlet Çoksesli Korosu sizi hem kınadı hem de çalışmama kararı aldı. Pişman oldunuz mu?
Ben niye pişman olayım yahu? Benim tüm dünyada konserlerim düzenli devam ediyor. En yüksek seviyede festivallere, orkestralara her yıl davet alıyorum 5 kıtada. Diyeceksiniz ki ‘Fazıl’ın tuzu kuru’. Evet ama bütün bir ömür müziğe adamakla, çalışmakla geçti. Kolay değildi hiçbir şey. İsteyen istediğini desin ve yazsın.
BİR TRAVMAYA SÜRÜKLENDİK
Bu kadar sık seçimden geçmek ve bu kadar yoğun bir şekilde siyasetle ilgilenmek zorunda bırakılmak bir toplum için sağlıklı bir durum mu sizce?
Siyaset insanların öz yaşamlarına müdahale etmeye başlarsa ve tabuları sömürerek yaşamlara müdahale ederek siyaset yapılırsa, insanlar da siyasete cevap vermek uğruna mecburen siyaset konuşmaya başlıyor. Çünkü özel hayatları, inançları ve yaşam biçimleri söz konusu oldu. Bakkalından piyanistine, bankacısından ressamına herkesi etkiledi bu durum. Çok zor bir psikolojideyiz. Öncelikle, Türklerle Kürtlerin gerçekten dost olmasını dilerim. Yoksa bu ülkede nasıl yaşayacağız? Çeşitli inançlara, düşüncelere, farklı görüşlere, farklı kimliklere veya inançsızlığa eşit sevgi ile bakılmasını isterim. ‘Alevi’ kelimesi, ‘ateist’ kelimesi neredeyse küfür olarak kullanılıyor. ‘Ermeni dölü’, ‘Yahudi piçi’ gibi deyimler kullanılıyor artık. İnsanlar birbirine sürekli hakaret ediyor. Sevmiyorum bunları yapanları, insanlık adına utanıyorum. Bu hataları körükleyen siyasetçiler var. İnsanlık adına utanç verici. 2015 yılındayız, uzay çağındayız. Türkiye bunları çoktan aşmış olmalıydı. İnsanların dost olması gerekirdi. Bir travmaya sürüklendik ve çıkamıyoruz içinden.
Bütün dünyayı gezip farklı kültürlerden insanlarla tanışıyorsunuz. Türkiye toplumu küresel trendlerin neresinde sizce?
Çok geriledik. Çok büyük hatalar yapıldı ardı ardına. Özellikle Batı dünyasında Erdoğan kendi bariz hataları ile tüm prestijini kaybetti diye gözlemliyorum. Komşu ülkelerle de durum fena. Bir kaosa doğru son sürat fena halde sürükleniyoruz. Bilinçsizce sürükleniyoruz. Ve bu da toplumu korkutuyor. Endişelendiriyor. Geleceğimiz kalmadı. Umutlarımız azaldı. Her gün felaket haberleri ile uyanmak insanların sağlığını bozuyor.
Oyum CHP’ye
8 Haziran sabahının iyimser havasının yerini son dönemde yaşananlarla kocaman bir karanlık aldı. Siyasette uzlaşma ve toplumda kutuplaşmanın azalmasına dair umutlar dağıldı. Bu kadar kısa zamanda Türkiye bu noktaya nasıl geldi ve size göre sorumlusu kimler?
Kimler olduğu apaçık ortada. Tüm dünya biliyor. O kadar endişeliyiz ki Türkiye’de yaşayan 78 milyon insan olarak. O kadar korkuyoruz ki bu gelişmelerden, umudumuz o kadar azaldı ki… Bize bunları yaşatanlar utansın. Utanmalılar. Barış ve huzur içinde bir gelecek ne büyük bir hasret oldu artık.
Sizce erken seçimden 7 Haziran’dan bambaşka bir tablo çıkar mı? Toplumun iradesinin 4-5 ayda radikal bir şekilde değişmesini bekliyor musunuz?
Biz seçimimizi yaptık, adamın biri çıkan sonucu beğenmemiş, bir daha seçin diye tutturmuş. Bu saygısızlıktır bu topluma. Madem öyle, bir dahaki seçimde biz de toplum olarak daha da ağır bir ceza keseriz diye düşünüyorum.
Oyunuzu verdiğinizi açıkladığınız CHP’nin son iki aylık performansını nasıl buldunuz? Kürt meselesi konusunda farklı bir çizgi izleme potansiyeli var mı? Yoksa son gelişmeler bu ihtimali tamamen ortadan kaldırdı mı sizce?
CHP’yi hümanist buluyorum. Çözümden yana ve insandan yana buluyorum. Ben oyumu CHP’ye veriyorum.
Din adamlarının oportünizmine dayanamayıp kiliseden ayrılmıştı
Son dünya turnenizde Pekin’de Türk büyükelçiyi kulis odasına almadığınızı, New York’ta da konsolosluk çalışanlarını reddettiğinizi açıkladınız. Neden? Daha önce Türk büyükelçilerin size karşı bir tavrına şahit olduğunuz için mi, yoksa AK Parti iktidarları altında görev yaptıkları için mi?
Dışişleri bana Türk vatandaşı muamelesi yapmıyor yıllardır. Kimseden destek görmeden ve tek bir kuruş yardım almadan bütün bir ömrüm boyunca sanatımı icra edebildim, daha da edeceğim. Bu bireysel bir meseledir. Dışişleri’ndeki bazı elçilere gelince, bırakın destek olmayı köstek olmaya çalıştıklarına dair elimizde veriler var. Kimse kusuruma bakmasın, ben kendi adıma önlemimi almak zorundayım. Dışişleri ile ilişkimi kestim. Kesmek zorundayım. Ta ki onların bana ‘Türk vatandaşı’ ve ‘ülkesini temsil eden sanatçı’ muamelesi yaptıklarını görene kadar.
Eserleri ‘hümanist’ olarak tanımlanan Mozart (ki siz de çok çalarsınız) bugün yaşasa ve ahbabınız olsa Türk Dışişleri mensuplarını konserlerinize sokmamanıza ne derdi?
Bakın, sanatımızı ancak kendimize karşı çok dürüst olursak iyi yapabiliriz. Ve bu tavrı tüm hayatımıza yaymalıyız. Biz dürüst insanlar olmalıyız. Konserlerimde insanlığın en güzel sesi olan Mozart’ın eserlerini çok sık çalarım. Konser salonundaki koltuklara bürokratlar oturacağına müzikseverler otursun. Mozart da sanırım aynı şeyi düşünürdü ve isterdi. O da, yaşadığı dönemde din adamlarının oportünizmine dayanamayıp kiliseden ayrılmış bir insandı. Bürokratların sahte yüzü ile sanatın gerçekliği bağdaşmıyor, Mozart insandan yanadır.
Suruç’u görse aylarca beste yapamazdı
Chopin son dönemde Türkiye’yi yasa boğan ölümler ve şehitler için ne bestelerdi?
Müzisyen yaşamaktan yanadır. Chopin yaşamaktan yanadır, güzellikler üretmekten yanadır, insana dokunmaktan yanadır. Ortadoğu coğrafyasında varılan şu noktada vahim bir ‘ölüm kültürü’ hâkim. Yaşamanın değeri kalmamış gibi. Suruç’taki gencecik insanların bomba ile katledildiği o vahim görüntüleri izledikten sonra o kadar büyük bir şok geçirdim ki, o gün bugündür yaşamanın çok daha değerli bir şey olduğunu ve Türkiye’nin yaşamayı sağlama konusunda artık kötü bir yer olduğunu düşünmeye başladım. Çok kötü hissediyorum o günden beri. Chopin, Suruç’u seyretse aylarca beste yapamazdı herhalde. Bildiğimiz cenaze marşının bestecisi zaten Chopin’dir. Siz söyleyin, her gün cenaze marşı bestelenir mi?
Kemençeyle keman diyaloğu istedim
‘Sait Faik Eseri’nde size hem anlatıcılar hem de solistler eşlik ediyor. Seyirciyi klasik Fazıl Say konserlerinden farklı olarak bekleyen nedir?
Demet Evgar, Songül Öden ve Esra Bezen Bilgin’in oyuncu olarak katıldığı ve Özen Yula’nın metnini yazıp yönettiği, çok, çok değerli müzisyenlerin katıldığı bir projeydi bu. Bir nevi Doğu-Batı sentezi vardı müzikte, hem kemençe kanun gibi Türk enstrümanları hem piyano, keman gibi Batı sazlarının dost olduğu, bir diyaloğa girdiği bir müzik dili oluşturmak istedim. En son performansımızı geçen hafta Bodrum D Marin Festivali’nde 6-7 bin seyirci önünde sergiledik. Sait Faik derin bir yazar. Önemli bir sanatçımız. Onun için bir şeyler bestelemiş olmak ne büyük ilham kaynağı.
Cumhuriyet insanıyım
Cumhuriyet gazetesi için kaleme aldığınız 17 Temmuz tarihli yazıda iki yıl önce İstanbul’da bir taksiciyle aranızda geçen ilginç diyaloğa yer verdiniz. ‘İlk Şarkılar’ın o diyalogdan ilhamla ortaya çıktığını anlattınız. Oradaki bir cümleniz hafızamda kaldı; ‘Sahte bir “Cumhuriyet projesi aydını” imajı gitmiş, yerine “insanların ruhuna dokunan” sanatçı gelmişti. Bu yorumunuzun altında sanki ‘Cumhuriyet aydını’ etiketinden sıkıldığınız duygusu var. Yanılıyor muyum?
Ben bir Cumhuriyet insanıyım. Aydın olmak gibi bir derdim de yok. Beni kategorize etmeyin. Ben müziğimi yaparım Türkiye’den dünyaya, dünyadan Türkiye’ye müzik ile evrensellik ve dostluk taşımak benim yaptığım şeydir, doğalımdır, gerisi lafügüzaf. ‘Cumhuriyet’ kelimesini yanlış kullanmasınlar.